Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde dünyaya geldi. Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye Reisliği’ne sunduğu özgeçmişine göre doğum tarihi 1878 yılının Ocak-Mart aylarına tekabül eden hicrî 1295’tir (Külliyât, s. 835). Babası yörede sûfî olarak tanınan Mirza, annesi Nûriye Hanım’dır. İlk öğrenimine kendi köyünde ağabeyi Abdullah’ın yanında başladı ve çevredeki medreselerde eğitimine devam etti. Tahsil hayatı onun zeki ve kabiliyetli bir öğrenci olduğunu gösterir. Konuları çok hızlı kavrayabildiği için hocaları kendisinin dersleri atlayarak takip etmesinden hoşlanmıyordu ve bu durum onun sık sık hoca değiştirmesine yol açıyordu. Sonunda Doğubayazıt’ta Şeyh Muhammed Celâlî’nin ders halkasına girerek 1892 yılında henüz on dört yaşında iken icâzet aldı. Kesintisiz eğitiminin sadece üç ay olduğu, diğerlerinin daha kısa sürdüğü kendi beyanından anlaşılmaktadır. Dönemin medreselerinde on beş yılda okunan 100’ü aşkın kitabı üç ay içinde mütalaa ettiğini bizzat kendisi kaydeder (Külliyât, s. 834). İcâzet aldıktan sonra tekrar Bitlis’e dönen Said Nursi burada kısa bir müddet Şeyh Emin Efendi’nin derslerine devam etti. Ardından Siirt’te Molla Fethullah Efendi ile görüşmeye gitti. Fethullah Efendi’nin yaptığı imtihanda soruların hepsini doğru cevaplandırdığı, bu arada Harîrî’nin el-Maḳāmât’ından verilen metni bir defa okuduktan sonra ezberden tekrarladığı, bunun üzerine hâfızası ve zekâsı ile ün salan diğer bir Maḳāmât yazarı Bedîüzzaman el-Hemedânî’ye atfen kendisine Bedîüzzaman lakabının verildiği nakledilir (Emirdağ Lâhikası, s. 76).
Bitlis Valisi Ömer Paşa tarafından konağına davet edilen Said Nursi burada yaklaşık iki yıl ikamet etti. 1896’da Van Valisi Hasan Paşa’nın yanında kaldı. Ancak asıl verimli dönemini sonraki Van Valisi Tâhir Paşa’nın zamanında geçirdi ve onun zengin kütüphanesinde mevcut fen ilimlerine ait yeni eserleri inceleme imkânı buldu. Muhtemelen İstanbul seyahatlerinde de bu alanda eserler okudu, böylece “fünûn-i medeniyye” diye isimlendirdiği modern bilimlere ilgi duymaya başladı (Mardin, Religion and Social Change, s. 75-76). Bir yazısında o zamanki çalışmalarından bahseder (Erdem, s. 94-95; ayrıca bk. Külliyât, s. 1858). Said Nursi’nin bu çalışmaları onun zihninde medrese eğitiminde yenilik yapmanın zorunlu olduğu fikrini uyandırdı. Zira gençliğinden beri “Medresetüzzehrâ” adını verdiği ve dârülfünun şeklinde tasarladığı bir medrese kurmayı düşünüyordu. Söz konusu medresede din ilimleriyle diğer ilimler birlikte okutulacak ve zamanla ülkenin her tarafında yayılacaktı. Bu amaçla medreselerde sadece dinî ilimlerin okutulmasının yetersiz olduğunu savunmaya başladı (Külliyât, s. 1956); bu görüşlerini Sultan Abdülhamid’e sunmak için İstanbul’a gitmeye karar verdi. Tâhir Paşa kendisine sultanla görüşmesini kolaylaştıracak bir mektup verdi. Şark ulemâsını kendisine hayran bırakan Said Nursi, İstanbul’a geldikten sonra Fâtih Camii’nde vaaz vererek oradaki âlimlere de kendini kabul ettirdi. Ancak doğuda bir dârülfünun açtırma teşebbüsünden istediği sonucu alamadığı gibi pervasız davranışlarından dolayı aklî dengesinin yerinde olmadığı düşünülerek Üsküdar Toptaşı Akıl Hastahanesi’ne sevkedildi. Doktor raporu aksine hükmedince geri gönderildi. Zaptiye Nâzırı Şefik Paşa tarafından kendisine ayda 1000 kuruş maaşla memleketine müderris olarak tayin edildiği bildirildi. Said Nursi, İstanbul’a dilenmek için değil milletin eğitim düzeyini iyileştirmek için geldiğini söyleyerek maaşı reddetti (Zaptiye nâzırı ile olan ilginç konuşması için bk. Âsâr-ı Bedîiyye, s. 431). Bu olay üzerine bir müddet tevkif edildiği ve II. Meşrutiyet’in ilânında serbest kaldığı, Selânik Hürriyet Meydanı’nda 26 Temmuz 1908 tarihinde istibdat aleyhinde bir konuşma yapmasından anlaşılmaktadır (Külliyât, s. 1932-1935). Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan bu dönemde İttihat ve Terakkî mensuplarıyla ilişki içine girdiği tahmin edilmektedir. O zamanlardaki yazılarında yer yer İttihat ve Terakkî’den bahseden Said Nursi içlerinden bazılarının ülkenin yönetilmesi ve dinî hayatın canlandırılmasına yönelik çok yararlı ilkeleri savunduğunu...
Read moreRisâle-i Nur hizmetinin ilk merkezi olma hüviyetini kazanan Isparta, Üstad Bediüzzaman’ın hayatında da çok önemli bir mevkiye sahip.
Öyle ki, ilk mezar yeri Urfa olmasına rağmen, Cenâb-ı Hak, onun cesedini dahi zalimlerin eliyle Isparta’ya nakledildi.
Bunun dışında, Üstad’ın bir çok yönüyle Isparta’lı olduğu ve bu mübarek belde ile maddî-mânevî bağlantısının bulunduğunu görmekteyiz.
“Günün Tarihi” vesilesiyle, bunların bir kısmını derhatır etmeye çalışalım.
Barla öncesi ve sonrası
Sekiz buçuk senedir Barla’da mecburî ikamete tabi tutulan Bediüzzaman Said Nursî, 25 Temmuz 1934’te buradan alınarak Isparta şehir merkezine getirildi.
Bu, Üstad Bediüzzaman’ın Isparta’ya ikinci gelişiydi.
Üstad’ın Isparta’ya ilk gelişi, 1927 yılı başlarında olup, Burdur’dan sonra ve “Birinci Barla”dan hemen öncedir.
Onun üçüncü kez Isparta’ya gelip Fıtnat Hanımın evinde ikamet etmeye başlaması ise, 1952 senesinin başlarına denk geliyor.
23 Mart 1960’ta Urfa’da vefat eden ve buradaki Halilurrahman’da medfun bulunan Bediüzzaman Hazretlerinin Isparta’ya son gelişi, daha doğrusu naaşının getirilişi, resmî zabıtlarda-kayıtlarda da görüldüğü üzere 12 Temmuz 1960 tarihini taşıyor.
Isparta, which gained the identity of being the first center of the Risale-i Nur service, also has a very important place in the life of Master Bediuzzaman.
So much so that, although his first burial place was Urfa, God Almighty even transferred his body to Isparta by the hands of the oppressors.
Apart from this, we see that Master was from Isparta in many ways and that he had a material and spiritual connection with this blessed place.
Let's try to recall some of these immediately on the occasion of "Today's History".
Before and after Barla
Bediuzzaman Said Nursi, who had been subjected to compulsory residence in Barla for eight and a half years, was taken from there and brought to the city center of Isparta on July 25, 1934.
This was Master Bediuzzaman's second visit to Isparta.
The first time the Master came to Isparta was in early 1927, after Burdur and just before “Birinci Barla”.
His third time in Isparta and his residence in Fitnat Hanım’s house was in early 1952.
The last time Bediuzzaman Hazretleri, who died in Urfa on March 23, 1960 and is buried in Halilurrahman here, came to Isparta, or rather the time his body was brought, is dated July 12, 1960, as seen in official records.
Isparta, das zum ersten Zentrum des Risale-i-Nur-Dienstes wurde, nahm auch einen sehr wichtigen Platz im Leben von Meister Bediuzzaman ein.
So sehr, dass, obwohl seine erste Grabstätte Urfa war, der allmächtige Gott seinen Leichnam durch die Hände der Unterdrücker sogar nach Isparta überführte.
Abgesehen davon sehen wir, dass der Meister in vielerlei Hinsicht aus Isparta stammte und eine materielle und spirituelle Verbindung zu dieser gesegneten Stadt hatte.
Versuchen wir, uns anlässlich der „Geschichte des Tages“ an einige davon zu erinnern.
Barla vorher und nachher
Bediuzzaman Said Nursi, der achteinhalb Jahre lang in Barla unter Zwangsaufenthalt stand, wurde am 25. Juli 1934 von hier abgeholt und in die Innenstadt von Isparta gebracht.
Dies war Meister Bediuzzamans zweiter Besuch in Isparta.
Der erste Besuch des Meisters in Isparta fand Anfang 1927 statt, nach Burdur und kurz vor „Birinci Barla“.
Das dritte Mal, dass er nach Isparta kam und im Haus von Fıtnat Hanım zu wohnen begann, war Anfang 1952.
Der letzte Besuch von Bediüzzaman, der am 23. März 1960 in Urfa starb und in Halilurrahman begraben liegt, in Isparta bzw. die Überführung seines Leichnams ist, wie aus den offiziellen Aufzeichnungen hervorgeht, auf den 12. Juli...
Read moreÜSTAD SAİD NURSÎ'NİN ISPARTA'DA İKAMETLERİ 1953 senesi yaz aylarında Üstad Emirdağı'ndan Isparta'ya geldi. Isparta'da pek çok sadık talebeleri vardı. Daha evvel gönderdiği mektublarında Isparta'yı taşıyla, toprağıyla mübarek olarak tavsif ediyor ve Risale-i Nur'un zuhuru ve intişarıyla vücud bulan manevî hayatının idamesine en kuvvetli medar, Isparta olduğunu beyan buyuruyordu. Filhakika Isparta, Üstad'ın bu iltifatına lâyık olduğunu uzun senelerdeki hâdiselerin şehadetiyle isbat etmiş ve göstermiştir. Çünki Risale-i Nur'un birinci medresesi ve te'lif yeri olan Barla, Isparta'nın bir nahiyesidir. Risale-i Nur'un büyük mecmuaları burada te'lif edilmiştir. Risale-i Nur'u binler kalemlerle en korkulu zamanlarda yazıp neşredenler Isparta ve köylerindeki talebelerdir. Misal olarak Sav Köyü'nü göstermek kâfidir. Üstad Kastamonu'da bulunduğu zaman, Isparta'nın yalnız Sav Köyü'nde bin kadar kalem senelerce Nurları yazmış, çoğaltılmasında çalışmıştır. Her birisi birer vilayet kadar, belki daha ziyade Risale-i Nur'a alâka gösteren ve Nurların yayılmasında birer santral misillü çalışan Nur merkezleri Isparta'dadır. Gül ve Nur fabrikaları ve bunların etrafında Medrese-i Nuriye şakirdleri, Mübarekler Heyeti, hep Isparta vilayeti dâhilindedir. Hem her birisi hizmet-i Kur'aniye itibariyle birer kutub hükmünde olan Nur talebelerinin medar-ı iftihar büyük kardeşleri de yine Isparta'lıdırlar. Hem Isparta adliyesi ve emniyeti daima Nurlara insafla muamele etmiştir. Üstad, Isparta adliyesine çok defa dua etmiş, sair vilayetlere bu noktada da Isparta'yı hüsn-ü misal göstermiştir. Bu ve bu gibi sebebler tahtında Üstad, âhir ömrünü Isparta'da geçirmek, ölümünü oradaki mübarek sadık kardeşlerinin arasında karşılamak, mezarını Isparta'da, Sav'da veya Barla'da vasiyet etmek üzere Isparta'ya geldi. Kira ile bir eve yerleşti. Yanında dört-beş talebesi vardı. Bu talebeleriyle Üstad, hususî dershane-i Nuriyesini vücuda...
Read more