Palace of the Porphyrogenitus
Palace of the Porphyrogenitus things to do, attractions, restaurants, events info and trip planning
Plan your stay
Posts
I recently got the chance to visit the captivating country of Turkey, where I had the chance to see some of the most beautiful historical landmarks the nation has to offer. One of these treasures was the Palace of the Porphyrogenitus, or Tekfur Saray Müzesi, which is situated in Istanbul's Fatih neighbourhood. Any history buff would be in amazement after visiting this palace, a witness to the splendour of the Byzantine Empire. Please allow me to guide you through the castle and share my thoughts about this incredible location. As soon as I arrived, I was enthralled by the palace's facade, which perfectly combines grandiosity with simplicity. The massive building stood in striking contrast to the lively modern metropolis that lay just beyond, which was encircled by the remains of ancient city walls. Despite significant damage sustained over the years, recent restoration work has revived the palace and preserved its rich heritage for next generations. I was welcomed by a well-kept garden as I entered the royal grounds, which offered a tranquil setting for exploration. I had the impression that I had travelled back in time because of the historical ambiance, the sight of beautiful flowers, and the sound of chirping. The first thing I noticed when I entered the palace was its enormous size. It was simple to picture the luxury and grandeur that once filled these hallways given the towering ceilings, large chambers, and beautiful mosaics. Pottery, jewellery, and finely carved stone reliefs are just a few of the Byzantine era artefacts that make up the museum's outstanding collection. Each object has a unique narrative that sheds light on the lives of the individuals who formerly resided in this magnificent palace. My visit was further enhanced by the knowledgable and welcoming personnel, who provided thorough explanations of the history of the palace and the significance of the objects on show. Their enthusiasm for protecting and promoting the region's rich cultural legacy was absolutely encouraging. The restored frescoes that decorated the walls struck me as I looked around the castle as a whole. The elaborate patterns and striking hues revealed the Byzantine Empire's creative prowess while stressing the palace's significance as a hub of study and culture. The beautiful view from the royal terrace was unquestionably the high point of my trip, though. The view, which included the Golden Horn and the city's distant minarets, provided a singular viewpoint on Istanbul's distinctive fusion of history and modernity. To sum up, my trip to the Palace of the Porphyrogenitus (Tekfur Saray Müzesi) was a once-in-a-lifetime experience that vividly brought the Byzantine Empire's splendour to life. The museum provides a unique chance to learn about an important period in Istanbul's history while relaxing in a tranquil haven away from the busy metropolis. Anyone visiting Istanbul should definitely check out this site, whether they are interested in history or just want to have a unique cultural experience.
Alessio AstolfiAlessio Astolfi
110
The Palace was constructed during the late 13th or early 14th centuries as part of the Blachernae palace complex, where the Theodosian Walls join with the later walls of the suburb of Blachernae. Although the palace appears at first glance to be named after the 10th-century emperor Constantine VII Porphyrogenitus, it was built long after his time, and is in fact named after Constantine Palaiologos, a son of the Emperor Michael VIII Palaiologos."Porphyrogenitus", meaning literally "born to the purple", indicated a child born to a reigning emperor. The palace served as an imperial residence during the final years of the Byzantine Empire. ... Saray, 13. Yüzyılın sonlarında veya 14. yüzyılın başlarında, Blachernae saray kompleksinin bir parçası olarak inşa edilmiştir; burada Theodosian Duvarları, Blachernae banliyösünün sonraki duvarlarıyla birleştirilmiştir. Saray ilk bakışta 10. yüzyıl imparatoru Konstantin VII Porphyrogenitus'tan sonra isimlendirilmiş gibi görünmesine rağmen, zamanından çok uzun bir süre sonra inşa edildi ve aslında İmparator Michael VIII Palaiologos'un oğlu Konstantin Palaiologos'un adını aldı. Kelimenin tam anlamıyla "mor doğdu" anlamına gelen, hüküm süren bir imparator için doğmuş bir çocuk belirtti. Saray, Bizans İmparatorluğu'nun son yıllarında imparatorluk evi olarak hizmet vermiştir. ... Edirnekapı’da kara surlarına bitişik olarak inşa edilen Tekfur Sarayı’nın çini eserler ile cam ve çömlek eserlerin de sergileneceği bir müze olarak gezilebilir. içeride; Çini Fırınları Kazıları Tekfur Sarayı Restorasyon Aşamaları Mozaik ve Sütun Kalıntıları SARAY YAPISI 1’İNCİ KAT: 205,16 METREKARE Çini Yapımı Çini Fırın ve Atölye Malzemeleri Tekfur Sarayı Cam Atölyesi Tekfur Sarayı Fırınlarında Üretilen Çömlek Örnekleri Tekfur Sarayı Fırınlarında Üretilen Eyüp Çömlekleri Bizans ve Osmanlı Döneminde Tekfur Sarayı Tekfur Sarayında Günlük Yaşam SARAY YAPISI 2. KAT: 211,56 METREKARE Tekfur Çinileri Üzerinde Kullanılan Motifler Tekfur Çinilerinin Türkiye ve Yurtdışında Bulunan Örnekleri Tekfur Çinilerinin Özellikleri ve Örnekleri
UGUR ATES.UGUR ATES.
70
Üzerinde yüzyılların ağırlığıyla Balat’ta, Teodosios Surları arasında uzanan Tekfur Sarayı, günümüze ulaşan dört duvarıyla Pera’dan Yedikule’ye, Prens Adaları’ndan Kadıköy’e yayılan geniş bir coğrafyayı seyrediyor. Günümüze ulaşan ilk dönem Bizanseserlerinden birisi olan –diğeri ise Bukoleon Sarayı’dır– Blahernai Saray Kompleksi’nin bir parçası olan Tekfur Sarayı’nın kim tarafından yapıldığı ve isminin ne olduğu, üzerinde herhangi bir kitabeye rastlanmadığı için bilinmiyor. ‘Tekfur’ ismi ise Osmanlılar'dan geliyor. Bizans İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte anlamını kaybetse de Bizans’ın vali düzeyinde olan yöneticileri Osmanlılartarafından ‘tekfur’ olarak adlandırılıyor. İsmi gibi içindeki yaşamların da tarihe gömüldüğü bu yapı, tekfurların ikamet etmesi nedeniyle Tekfur Sarayı olarak anılıyor. Bizans’ın ilk sivil mimari tarzını yansıtması açısından dünya sanat tarihi açısından da büyük önem taşıyan Tekfur Sarayı, 11. yüzyıldan itibaren Bizans imparatorlarının Sultanahmet’teki sarayı terk edip yerleştikleri Blahernai Saray Kompleksi’nin bir parçası. Aynı Osmanlı saraylarında olduğu gibi, örneğin Topkapı Sarayı, Bizanssarayları da birçok köşkten oluşuyordu. Tekfur Sarayı da Blahernai Saray Kompleksi içinde yer alan köşklerden sadece bir tanesiydi. Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı Koordinatörü Sanat Tarihçisi Hayri Fehmi Yılmaz’dan aldığımız bilgilere göre, üç katlı olarak inşa edilen sarayın orta katı saray sakinlerine ayrılmıştı. Bu katın şehre açılan çok güzel bir manzarası bulunuyordu. Alt ve üst katlar ise servis için kullanılıyordu. Tek Kişilik Dua Odası 14. yüzyılda restore edilen sarayın cephesi küçük bir avluya açılıyor. İki yapılı olarak inşa edilen Tekfur Sarayı’nın avlusunda bir köşk daha bulunuyor. Ayrıca yapının şehre bakan cephesinde de bir şapel bulunuyor. ‘Tek kişilik dua odası’ olarak adlandırabileceğimiz bu şapel, kısmen çökmüş olsa da günümüze kadar gelebilmiş. İçinde, bir kilisede bulunan her türlü dini motifi ve unsuru barındıran bu şapeli Hayri Fehmi Yılmaz, ‘tek kişilik ibadet hücresi’ olarak tanımlıyor. 100–180 bin metrekare bir alana yayılan Blahernai Saray Kompleksi için “Çok büyük bir saray hayal etmek gerekiyor” diyen Yılmaz, bu saray kompleksinin geniş bahçeler, teraslar, kiliseler ve köşklerden oluştuğunu belirtiyor. Stratejik olarak ilginç bir konuma sahip saray, bir yüzüyle şehre bakıyor, diğer yüzüyle ise şehir dışına. Yani gerektiği zaman şehir içine, gerektiğinde de şehir dışına kaçabilme fırsatı veriyor. Zaten Bizans krallarının da Blahernai Sarayı’nı bu nedenle tercih ettikleri düşünülüyor. Tekfur Çinileri 18. yüzyılda çini atölyesi olarak kullanılan Tekfur Sarayı’nda yapılan çiniler bugün hâlâ birçok camiyi süslüyor. Tekfur çinileri olarak adlandırılan eserler, İznik’ten getirilen ustalar tarafından yapılıyordu. İstanbul’un fethinden sonra, İznikli ustaları sayesinde, kısa bir süre de olsa tekrar popülerleşen saray, daha sonra camhane, ardından 19. yüzyılda Yahudiler'in ikamet ettiği barınak olarak kullanılmış ve 1865 yılında çıkan yangınla beraber ara katları çökerek kullanılmaz hale gelmişti. Tekfur Sarayı’nın zamanındaki ihtişamını anlamak için çinileri dışında sarayın ön cephesini süsleyen süs çömleklerinden bahsetmek de mümkün. Kırmızı tuğla ve beyaz taş kullanılarak yapılan bu çömlekler, iki farklı malzemenin bir arada kullanıldığı en güzel örneklerden. Daha çok Bulgaristan’da, Balkan Yarımadası’nda görülen bu süsleme sanatı Türkiye’de sadece Tekfur Sarayı ve Saint Benoit Fransız Lisesi’nin çan kulesinde görülüyor. Şu anda bir harabe görünümünde olan Tekfur Sarayı’nın ihtişamlı günlerini düşlemek çok zor değil aslında. Daha sonraları Osmanlı mimarisinde de göreceğimiz, cephelerde bulunan, konsollara oturan çıkmalar hemen göze çarpıyor. Başka hiçbir örneği bulunmayan yapı, bugün zamana adeta meydan okuyor. Dünya üzerinde ayakta kalmış olan tek Bizans Sarayı, geçirdiği başarısız restorasyon sonucu maalesef bugün kötü bir durumdadır.
Adem KoçAdem Koç
20
Yaklaşık bin yıllık tarihî serüveni esnasında pek çok kez tamirat gören Tekfur Sarayı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2006 yılında ilk adımını attığı bir dizi çalışmanın ve titizlikle yürütülen restorasyon sürecinin ardından müze olarak ziyarete açıldı. Osmanlı döneminde cam ve çini atölyesi olarak da kullanılan saray, burada üretilen nitelikli eserlerle haklı bir şöhrete kavuşmuştur. Restorasyonun ardından bu şöhrete yaraşır şekilde; atölyelerinde üretilen çini, cam ve çömlek örneklerinin sergilendiği müstakil bir müze olarak şehrimize kazandırılmıştır. Edirnekapı ile Eğrikapı arasında, İstanbul kara surlarına bitişik inşa edilen ve Türk kültür tarihinde “imparatorluk evi” ismiyle de bilinen Tekfur Sarayı, köklü bir geçmişe sahiptir. Bizans imparatorlarının 12. yüzyıldan itibaren sürekli kullandıkları imparatorluk sarayı Blahernai’nin bir parçası olarak varlığını devam ettiren Tekfur Sarayı’nın kim tarafından, ne zaman yaptırıldığı kesin olarak tespit edilememiştir. Yapının 16. yüzyılda Avrupalılar tarafından Konstantin Sarayı (Palatium Constantini), daha sonra ise Porfirogenetos Sarayı şeklinde adlandırıldığı bilinmektedir. Çevresine hâkim bir mevkide, şehir burçlarının muhafazası altında bulunan tarihî bina, eski kaynaklarda “yüksek bir saray” olarak nitelendirilmektedir. Latin istilasında çevresindeki yapılarla birlikte yakılıp yıkılan saray, Fatih’in İstanbul’u fethinin ardından onarılarak çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. Piri Reis’in çiziminde üstünde çatısıyla birlikte resmedilen saray, 17. yüzyılda tekrar harabeye dönmüş; bazı kısımları fil ahırı ve hayvanat bahçesi olarak kullanılmıştır. Sonraları cam ve çini atölyesine dönüşmüş, çinileriyle şöhret kazanmıştır. Pek çok tarihî eserde “Tekfur Sarayı çinileri” tercih edilmiştir. 20. yüzyılın başlarında dört duvardan ibaret bir harabe hâlini alan ve 1955-1970 yılları arasında geçirdiği tamiratla ayakta kalmayı başaran saray, kültür tarihimizde ilginç bir yere sahiptir. Günümüzde Topkapı Sarayı’nda sergilenen ve çokça ilgi gören Kaşıkçı Elması’nın bu sarayın kalıntıları arasında bulunduğu rivayet edilmektedir. Saray, tarihî serüveniyle olduğu kadar Bizans sivil mimarisini yansıtması bakımından da önemlidir. Sarayın mimari açıdan en etkileyici bölümü, sur hatları arasında avluya bakan kuzey cephesinde yer almaktadır. Zemin kat, payeler arasında ikişerli gri granit sütunla desteklenen açıklıklarla avluya bağlanmaktadır. Yüzeyi geçme motifi ile süslenen sütunların üzerindeki impost başlıklardan bir parçası günümüze kadar ulaşmıştır. Orta katta, kemerler arasında kalan üçgen alanlarda, küfeki taşı ve tuğla parçaları ile yapılan zengin bir bezeme dikkat çekmektedir. Üst kattaki iki kademeli kemerin üzerinde iki sıra yeşil sırlı süs çömlekleri göze çarpmaktadır. Güney duvarda, yapının içine bakan kısımda kazamatlar yer alırken dış cephenin ortasında, mermer konsollara oturan çıkmanın içerisinde ise küçük bir şapel bulunmaktadır. Bir kişinin ibadet edebileceği boyutlara sahip şapelin, sarayın bu bölümünü kullanan hükümdar ya da ailesine ait olabileceği tahmin edilmektedir. Sarayın kısa kenarlı cephesinde, üstte taş konsollarla taşınan büyük ve geniş bir balkon kente bakmaktadır. Yapının diğer cephesi sur üzerindeki bir kule ile birleşik durumdadır. Restorasyon sırasında yapının çatısı yeniden üretilerek alaturka kiremitle kaplanmıştır. Kemerli tonozlu alt katı ile üstteki ahşap katları tamamlanmış, üst katlara ulaşan merdiven ise eski yerinde modern bir tasarıma kavuşturulmuştur.
Murat EnginMurat Engin
00
I visited the palace this August. What is left of this great palace is left to rot . There is a parking for buses next to it. You cannot enter the palace because there is a sign that says that they try to repair it. Locals told that this sign exists there more than five years with no progress on the repair part. This palace was once the home of great kings of the Byzantine empire. Fener was also one of the richest and most beautiful neighborhoods of the Byzantium. Now they seem totally abandonded, the palace's walls are now used by locals to store stuff or even garbage. Specific times a week there is a chicken and turkey bazaar ( selling alive chicken etc ). As for the palace, the entrance is forbidden which means there is no chance you can see the inside of it even if you ignore the signs. For the lovers of the Byzantine empire i would rather suggest not to visit it unless you want to take a few pictures of it, you might get really offended by the way this place is being treated.
George LianosGeorge Lianos
80
Эту постройку XIV века принято называть Текфур-сарай, то есть «Царский дворец». При этом она не считалась частью Влахернского дворца и называлась просто “домом Багрянородного”. Возможно, в последние десятилетия существования Византийской империи Влахернский дворец уже лежал в руинах и императоры перебрались в Текфур-Сарай: во всяком случае на дошедших до нас рисунках Константинополя, выполненных в ту эпоху западными путешественниками, этот дворец хорошо различим, а Влахернского уже нет. В таком случае именно отсюда выехал Константин XI (последний император Византийской империи) на свой последний бой в 1453 г (год захвата Константинополя османами). Возле Текфур-Сарая заканчивается Феодосиева стена. Между ее последней башней и дворцом зияет прогал, где, по мнению многих исследователей, находилась калитка, которую в 1453 г. ромеи использовали для вылазок и которую однажды забыли запереть. Во время последнего штурма, 29 мая 1453 г., через нее проникли несколько янычар, которым удалось забраться на башню и поднять там османский флаг. В османские времена в этом сооружении был зверинец, потом публичный дом, а потом фаянсовая фабрика, так что можно лишь удивляться тому, как здесь хоть что-то сохранилось. Это единственная дворцовая постройка доосманского Константинополя, сохранившаяся на целых три этажа в высоту. Правда, нетронутыми остались лишь внешние ее стены, в то время как внутреннее убранство в значительной степени утрачено. Ну и, конечно, нельзя обойтись без легенд. Так, по легенде, в 1669 году одним бедняком в куче мусора у стены старинного дворца Текфур был найден алмаз, который бедняк принял за кусок стекла и обменял на рынке на три деревянные ложки, отсюда и пошло название алмаза «Kaşıkçı», то есть «Ложечник». В свою очередь торговец с базара продал камень ювелиру всего за 10 акче. Тот в свою очередь показал камень более опытному ювелиру, который оценил его по достоинству. В результате слухи об алмазе дошли до главного ювелира императорского дворца, который купил камень у горе-ювелиров за два мешочка акче. Так камень оказался во дворце султана Мехмеда IV, который увидев его красоту и роскошь заявил, что отныне камень всегда будет находиться в его дворце. И по сей день достоверно не известно, как такое сокровище оказалось в куче мусора, но с тех давних времен камень стал собственностью султанов, переходя от одного правителя к другому. Алмаз «Ложечника» - один из самых больших бриллиантов в мире - весом 86 карат в обрамлении 49 небольших бриллиантов хранится в сокровищнице дворца «Топкапы» (Стамбул), где его может увидеть любой желающий. В настоящее время Текфур-сарай - это действующий музей. Внутри здания представлены экспозиции посвящённые раскопкам Влахернского дворца и производству фаянса в Стамбуле.
Olesia KuchynaOlesia Kuchyna
200
Nearby Attractions Of Palace of the Porphyrogenitus
Kariye Mosque
Ismail Aga Mosque
Coloured Houses of Balat
Mihrimah Sultan Mosque
Saint Stephen’s Orthodox Church
The Walls of Istanbul
Virgin Mary Greek Orthodox Church
Vlaherna Meryem Ana Church
Fethiye Mosque
İBB Balat Parkı

Kariye Mosque
4.4
(3.7K)Click for details

Ismail Aga Mosque
4.8
(3.5K)Click for details

Coloured Houses of Balat
4.4
(2.6K)Click for details

Mihrimah Sultan Mosque
4.8
(2.2K)Click for details
Nearby Restaurants Of Palace of the Porphyrogenitus
Gold Balat Restaurant
New Balat Cafe Restaurant
Cafe Naftalin K
Pier Cafe Restaurant
Forno Balat, İstanbul 'un En İyi Kahvaltı, Lahmacun ve Pizza & Pide Mekanları, Sizinle!
Meşhur Fetih İşkembe
Velvet Cafe, Balat
Balat Sahil Restaurant
Agora Meyhanesi 1890
Balatkapı Restaurant Cafe

Gold Balat Restaurant
4.9
(1.8K)Click for details

New Balat Cafe Restaurant
4.8
(1.8K)Click for details

Cafe Naftalin K
4.4
(1.3K)Click for details

Pier Cafe Restaurant
4.7
(1.1K)Click for details
Basic Info
Address
Ayvansaray, 34087 Fatih/İstanbul, Türkiye
Map
Phone
+90 212 525 61 30
Call
Reviews
Overview
4.4
(1.2K reviews)
Ratings & Description
cultural
accessibility
Description
The Palace of the Porphyrogenitus, known in Turkish as the Tekfur Sarayı, is a late 13th-century Byzantine palace in the north-western part of the old city of Constantinople.
attractions: Kariye Mosque, Ismail Aga Mosque, Coloured Houses of Balat, Mihrimah Sultan Mosque, Saint Stephen’s Orthodox Church, The Walls of Istanbul, Virgin Mary Greek Orthodox Church, Vlaherna Meryem Ana Church, Fethiye Mosque, İBB Balat Parkı, restaurants: Gold Balat Restaurant, New Balat Cafe Restaurant, Cafe Naftalin K, Pier Cafe Restaurant, Forno Balat, İstanbul 'un En İyi Kahvaltı, Lahmacun ve Pizza & Pide Mekanları, Sizinle!, Meşhur Fetih İşkembe, Velvet Cafe, Balat, Balat Sahil Restaurant, Agora Meyhanesi 1890, Balatkapı Restaurant Cafe
