SARAÇHANE Eyer ve at takımı yapan, ayrıca deriden eşya imal eden esnafın bulunduğu çarşı.Arapça’da serc kökünden türeyen serrâc “eyer ve diğer at takımı yapıp satan, meşin ve sahtiyan üzerine sırma ve ipekle işleyerek çeşitli eşyalar imal eden” anlamına gelmekte olup saraç-hâne bu işle meşgul esnafın topluca bulunduğu yeri ifade eder. Ancak kelime daha çok İstanbul’da bu tip esnafın bulunduğu semtin adı olmuştur. Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethedince saraçlıkla uğraşan esnafı Bezzâzistan civarında yerleştirdi. Fâtih Camii’nin inşasından sonra çevresini şenlendirmek amacıyla şimdiki Saraçhane denen mevkiye İstanbul saraçhanesi yaptırıldı. 1475’te biten saraçhane Ayasofya-i Kebîr evkafına bağlandı. İstanbul’da inşa edilen bu ilk saraçhane 4 Muharrem 1105’te (5 Eylül 1693) çıkan yangında tamamen yandı. Bunun üzerine saraçhane esnafı dağılarak Sultan Ahmed ile Beyazıt arasında saraçlık yapmaya başladı. Fakat ileri gelen esnaf, mahkemeye başvurarak yanan saraçhaneyi kendi paralarıyla kâgir olarak yeniden yapmaları karşılığında saraç esnafının tekrar Saraçhane mevkiine nakledilmesini 17 Safer 1105’te (18 Ekim 1693) istedi. Bir yıl sonra dükkânların büyük bir kısmı tamamlandı. Üç kapısı olan saraçhanenin dükkânları kemerli olup kepenklerle kapatılıyordu, ayrıca tam ortada Saraçhane Camii ile lonca yeri bulunuyordu. Buranın içinde bir de sıbyan mektebi vardı. Bu mektepte saraç esnafının çocukları ile çırakları Kur’an ve okuma yazma öğrenmekteydi. Sıbyan mektebinin hocası saraçlarca tesbit edilip hükümet tarafından tayin edilirdi. Hocanın ücreti ise saraçhane vakfından karşılanıyordu. Saraçhanede Sandıkçılar caddesi, Kırbacılar caddesi, Camialtı sokağı, Orta sokak, Karaman Kapısı sokağı, Başkapı sokağı gibi sokak ve caddeler mevcuttu. Burada 1191’de (1777) 200’den fazla, 1285’te (1868) 290 dükkân ve yanmadan önce 320 dükkân bulunmaktaydı. Her esnaf dükkânının tamirini kendi parası ile yaptırıyor, yalnız vakıf mütevellisine kira ödüyordu. 1252 (1836) yılına kadar dükkân kiraları sabit kaldı. Ayasofya vakfı mütevellisinin müracaatı üzerine 17 Cemâziyelevvel 1252’de (30 Ağustos 1836) kira bedelleri bir misli arttırıldı.Saraç esnafının çeşitli hizmetleri karşılamak, esnafın yaşlılarına ve işsizlere yardım etmek maksadı ile kurduğu vakıf sandığı mevcuttu. Bu sandıkların gelirini aidatlar, bağış ve teberrular, para cezaları ile vakıf dükkân kiraları oluşturmaktaydı. Paraları toplayan ve sarfeden mütevelliler esnafa her yılın sonunda hesap vermek zorundaydı. Bu paraların büyük bir kısmı loncadaki ziyafetlere, esnaf fakirlerine, hastalara, tatlı su tulumbası ve muslukların onarılmasına, esnafın sünnet ve evlenme düğünlerinde alınan hediyelere, esnafın okuttuğu mevlidlere, tamirlere, esnaf işlerine, okul inşasına ve dışarıdan gelen misafirlerin ağırlanmasına sarfedilirdi. Saraçhanenin içinde ve dışında dükkânların temizlenmesi ve derilere tav verilmesi için musluklar ve tulumbalar vardı. Saraçhane içine emniyet görevlileri giremezdi, yalnızca gece bekçisi bulunurdu. İhtisap ağası diğer esnafı denetlediği gibi bunları da denetler ve içlerine yabancı, kötü ahlâklı kimselerin karışmamasına dikkat ederdi. 1242 (1826-27) tarihli hatt-ı hümâyunda Saraçhane Kapısı’nda gündüzleri kolluk beklenerek kabahatli olanların yakalanması nizama bağlanmıştı. Büyük Saraçhane Çarşısı 1908’de çıkan Fatih yangınında...
Read moreSemte adını veren Saraçhane Çarşısı, yüzyıllar boyunca son derece önemli bir sanayi merkezi olur. Burada yanız sarraçlar değil sandıkçılar, kırbacılar ve sarraçlara malzeme satan tüccarlar da geçimlerini temin eder. Bu yönüyle çarşıda zengin bir üretim faaliyeti gerçekleşmiştir. 1672-1673 yıllarında İstanbul’da bulunan Sorbon Üniversitesi Doğu dilleri uzmanı Antoine Galland, seyahatnamesinde, çarşıyı şöyle tasvir etmiş: “… Ekselans Unkapanı’na indi ve şehirde oldukça büyükçe bir mesafe kat ederek Saraçhane’yi gezdi ki burası eyer, başlık takımı ve diğer işleme ve nakış işleri yapanların dükkânlarının bulunduğu büyük ve kapalı bir yerdir. Bu dükkânların yola doğru çok uzanan ön kısımları altın ve gümüş sırmalı ipek kumaşlarla, Hindistan kumaşları veya İran halılarıyla süslüydü.
Bu dükkânların bazılarında bir takım Türklerin uykuya mağlup olarak sedirlere yatıp uyudukları görülüyordu. Başka dükkânlarda beş-altı Türkün birlikte toplanıp bir dümbelek çalıcısını yahut kötü bir hanendeyi gayet dikkatle dinledikleri hatta dükkânlarında asılı bulunan fenerlerin ışığında tütün içtikleri görülüyordu. Gerek dükkânlarda ve gerek sokaklarda bulunan bu fenerler içleri pamuk dolu üç-dört yahut beş köşeli, yahud daha da başka şekilli tahta avizelere, her renkten kordonlarla asılı bulunuyordu. Bu fenerleri her dolaştığımız yerde gördük. Ekselans; murabba biçiminde, kubbeli ve oldukça ufak bir bina olan bedestene geldi. Burada hemen münhasıran altın çubuk tüccarlarıyla kitapçılar vardır. Oldukça yüksek olan bütün dükkânların duvarları güzel ipeklerle kaplıydı. Ve her Türk’ün gelene geçene serpmek üzere kullandığı kokulu sularla dolu gümüşten kokuluklar ve şişelerle yakılmış kalın bir beyaz mum taşıyan gümüş bir büyük şamdan mevcuttu. Bu yer pek dar olduğundan halkın kalabalığı sanki daha çokmuş gibi geliyordu. Oradan çıkınca hepsi çok iyi süslenmiş birçok sokaktan geçerek bu gezintiyi Valide...
Read moreNice park. Must not be confused with Fatih Anit Park which is actually on the other side of the road which would require you to cross over at the intersection of a rather busy road. Nice place to take a rest in a busy and bustling city. The bottom part of the park runs along side the old Roman aqueduct. The playground is not in this park but rather Anit Park The park is very clean and has security close by due to its...
Read more